Dünyada doğal afetlerin sıklığı ve yıkıcılığı, son yıllarda gözle görülür bir artış sergilemektedir. Bu yükselişin ardındaki en belirgin nedenlerden biri iklim değişikliğidir. Artık sadece afet anına odaklanmak yerine, felaketler meydana gelmeden önce alınacak finansal ve yapısal önlemleri de tartışmak zorunlu hale gelmiştir. Bu bağlamda, sigortacılık; hasarları telafi eden bir sistem olmanın ötesine geçerek, risklerin gerçekleşmesini engelleyen proaktif bir mekanizmaya dönüşmektedir.
Aşırı hava olaylarının daha sık ve şiddetli hale gelmesi, özellikle orman yangınları, seller, fırtınalar ve dolu gibi meteorolojik felaketlerin yol açtığı zararları büyütmekte, böylece sigorta sektörünün önemi her geçen gün daha da artmaktadır. Ancak mesele yalnızca iklimle sınırlı değildir. Türkiye gibi yüksek sismik riske sahip ülkeler için deprem gerçeği, iklim kaynaklı afetlerin ötesinde; plansız kentleşmenin ve yapısal zafiyetlerin bir sonucu olarak büyük tehlike oluşturmaktadır. Dolayısıyla, doğal afetlere karşı dayanıklı bir toplum inşa etmenin yolu, felaket sonrası müdahalelerden çok, afet öncesi risk yönetimi stratejilerinden geçmektedir. Bu durum, bizi yalnızca afetlere müdahale etmek yerine, oluşmadan önce alınacak finansal tedbirler üzerinde de düşünmeye yöneltmektedir. Sigorta sektörü bu noktada, yalnızca zararları karşılayan bir yapı olmaktan çıkıp, riskler ortaya çıkmadan önce onları yönetmeyi sağlayan koruyucu bir işlev üstlenmektedir. Koruyucu sigortacılık; risk bilincini yükseltmek, binaların dayanıklılığını teşvik etmek, teknolojik gelişmeleri desteklemek ve sigorta ürünlerini sadece tazminat ödemenin değil, aynı zamanda riski azaltmanın bir aracı olarak sunmak demektir. Bu yaklaşım, sadece sigortacılık için değil, tüm ekonomi için sürdürülebilirliğin temelini oluşturmaktadır.
İklim değişikliğiyle değişen afet manzarası, sigorta sektörüne daha proaktif, veri odaklı ve kapsayıcı bir yaklaşım geliştirme sorumluluğu yüklemektedir. Artık ne kadar tazminat ödendiği değil, riskin ne ölçüde azaltıldığı ve toplumun ne kadar hızlı bir şekilde eski haline dönebildiği de kritik bir gösterge haline gelmiştir.
RİSK GERÇEKLEŞMEDEN ÖNCE SİGORTA
Bu sayımızda, Munich Re'nin son afet analizlerini baz alarak, başlıca afet türlerinin güncel etkilerini ve bunların sigorta sektörüne yansımalarını inceleyeceğiz.
Munich Re'nin doğal afetlerle ilgili en son yayımladığı analizler, dünya genelindeki afet sayılarında ve neden oldukları ekonomik kayıplarda belirgin bir artış olduğunu gözler önüne sermektedir. Bu kayıpların sadece küçük bir bölümü sigorta güvencesi altındadır. Sigortalılık oranlarının düşüklüğü, toplumların kırılganlığını artırırken, felaket sonrası toparlanma sürecini de yavaşlatmaktadır. Bu noktada, risk oluşmadan önce 'sigorta' yaptırmanın ne kadar önemli olduğu bir kez daha öne çıkmaktadır.
Munich Re'nin vurguladığı üzere, doğal afetler her yıl dünya genelinde yüz milyarlarca dolarlık varlığı yok etmektedir. 1980 yılından bu yana yaşanan afetlerin toplam ekonomik maliyeti 6,9 trilyon dolara ulaşmıştır ki bu rakam, 2023 itibarıyla Birleşik Krallık ve Hindistan'ın toplam gayrisafi yurt içi hasılasına neredeyse denktir. Bu zararların sadece üçte birinin sigorta kapsamında olduğuna dikkat çeken Munich Re, bu durumun, afetzede birey ve işletmelerin zararların büyük kısmını kendi imkanlarıyla karşılamak zorunda kalmasına yol açtığını belirtmektedir.
Konuyla ilgili açıklama yapan Munich Re Reasürans Komitesi Başkanı Thomas Blunck, "İklim değişikliği, 2024 yılında gerçek yüzünü gösterdi. 320 milyar dolarlık toplam kaybın yüzde 90'ından fazlası hava koşullarına bağlı felaketlerden kaynaklandı. En güncel araştırmalar, birçok olayın artık daha sık ve daha şiddetli yaşandığını gösteriyor. Riskler gerçekleşmeden önce önlenirse, kayıplar daha düşük olur. Sigorta ise bu süreçte etkilenen bireyler ve işletmelerin üzerindeki yükü hafifletir," demiştir.
Tek Bir Kasırga Bile Büyük Kayıplara Yol Açabilir; Önleyici Tedbirler Hayati Önem Taşıyor
Munich Re'nin Kasırga Görünümü 2025 raporu, 2025 Atlantik kasırga sezonunda ortalamanın üzerinde fırtına beklendiğini öngörmektedir. Rapora göre, bu yıl tropikal Kuzey Atlantik'te yaklaşık 14 ila 19 arasında isimlendirilmiş fırtına oluşması, bunların 7 ila 9'unun kasırgaya, 3 ila 4'ünün ise saatte 177 km'nin (110 mil) üzerinde rüzgâr hızına sahip büyük kasırgalara dönüşmesi muhtemeldir. Bu veriler, 1950-2024 döneminin uzun vadeli ortalamalarının (12,5 isimlendirilmiş fırtına, 6,5 kasırga ve 2,6 büyük kasırga) biraz üzerindedir ve 1990'ların ortasından bu yana Kuzey Atlantik'te devam eden döngüsel sıcak faz dönemiyle (15,8 tropikal fırtına, 7,8 kasırga ve 3,5 büyük kasırga ortalaması) uyum göstermektedir.
Kasırga aktivitesini belirleyen iki temel unsur bulunmaktadır: Tropikal Kuzey Atlantik'teki deniz suyu sıcaklıkları ve ekvatoral Pasifik'te gözlemlenen doğal iklim döngüsü ENSO (El Niño / Güney Salınımı)'nun mevcut durumu.
Deniz Yüzeyi Sıcaklıkları
Tropikal Atlantik'teki deniz yüzeyi sıcaklıkları şu anda mevsim normallerinin biraz üzerinde seyretse de, geçen yılki rekor seviyelerin gerisindedir. Ancak, kasırga sezonunun ana dönemi olan Ağustos-Ekim aylarında Atlantik'in ne kadar ısınacağı henüz belirsizliğini korumaktadır.
Önemli bir faktör, tropikal Kuzey Atlantik'teki ana gelişim bölgesine (Afrika ile Karayipler arası) kıyasla, Meksika Körfezi'nde daha yüksek deniz yüzeyi sıcaklık anomalisi yaşanması beklentisidir. Bu durum, Körfez sularının daha sıcak olması nedeniyle, bölgeden geçen tropikal sistemlerin hızla kasırgaya dönüşmesini ve şiddetlenmesini tetikleyebilir.
ENSO (El Niño / Güney Salınımı) İklim Deseni
Ekvatoral Pasifik'te gözlemlenen ENSO iklim deseni şu an nötr fazdadır, yani ne El Niño ne de La Niña koşulları hakimdir. ENSO döngüsündeki değişimler, tropikal siklon aktivitesi üzerinde önemli etkilere sahiptir. El Niño, genellikle Kuzey Atlantik'te kasırga aktivitesini baskılarken, nötr ve La Niña koşulları siklon gelişimi için daha elverişli bir ortam yaratır.
2025 kasırga sezonunun ana dönemi olan Ağustos-Ekim ayları için mevcut iklim tahminleri, en olası senaryonun nötr veya La Niña koşulları olduğunu göstermektedir. Bu da, tropikal siklon oluşumu için oldukça uygun atmosferik şartların beklendiği anlamına gelmektedir.
2024'TE EN YÜKSEK KAYIPLAR HELEN VE MILTON'DAN
Munich Re'ye göre 2024 yılında Kuzey Atlantik'te toplam 18 tropikal siklon kaydedilmiş, bunlardan 11'i kasırga seviyesine ulaşmış ve 5'i Saffir-Simpson Kasırga Şiddet Ölçeği'ne göre Kategori 3 ila 5 arasında sınıflandırılan büyük kasırgalar haline gelmiştir. Özellikle Florida'yı etkileyen Milton ve Helen kasırgaları, 2024'ü son 10 yılın tropikal siklon kaynaklı en yüksek ikinci küresel ekonomik kaybının yaşandığı yıl yapmıştır.
Atlantik kasırga sezonu resmi olarak 1 Haziran'da başlayıp Kasım sonunda sona ermektedir. Bu dönemin hemen öncesinde veya sonrasında nadiren siklon oluşumu gözlemlense de bu ihtimal oldukça düşüktür.
Munich Re'ye göre, ABD kıyılarına ulaşan büyük kasırgalar sıklıkla milyarlarca dolarlık ekonomik kayıplara neden olmaktadır. Bu kasırgalardan kaç tanesinin ve nerede karaya ulaşacağı kesin olarak öngörülemez. Ancak yoğun nüfuslu bir bölgeye doğrudan bir çarpışma bile, felaket düzeyinde hasar yaratmaya yeterlidir.
Dolayısıyla, hasarları önlemeye yönelik tedbirlerin önceden alınması hayati bir önem taşımaktadır.
Batı Kuzey Pasifik'te (tayfun sezonu bölgesi), ENSO koşullarının belirleyici rol oynadığına dikkat çekilen raporda, bu etkinin Kuzey Atlantik'tekine kıyasla ters yönlü olduğu vurgulanmaktadır. Buna göre La Niña koşulları, uzun vadeli ortalamanın altında kalan tayfun aktivitesini destekleyecektir.
Munich Re'nin 2025 yılına dair ilk değerlendirmeleri, tayfun aktivitesinin 1991-2020 döneminin 30 yıllık ortalamalarıyla uyumlu bir seviyede gerçekleşmesini beklemektedir. Buna göre bu yıl, 25 isimlendirilmiş siklon, 16 tayfun ve bunların 9'unun Kategori 3 ila 5 arasında şiddetli tayfun seviyesine ulaşması öngörülmektedir.
Seller, Deniz Taşkınları, Ani Su Baskınları: Riskler Artıyor, Önleme Konusunda Daha Fazla Adım Atılmalı
İklim değişikliğiyle birlikte dünya genelinde yağış rejimleri ciddi şekilde değişmektedir. Bazı bölgelerde aşırı yağışlar artarken, diğerlerinde kuraklık derinleşmektedir. Her iki durumda da doğanın dengesi bozulmakta ve en belirgin sonuçlardan biri sel ve taşkınlar olmaktadır. Kentlerdeki yetersiz altyapı, plansız yapılaşma ve nehir yataklarına yapılan müdahaleler, bu doğal olayların felakete dönüşmesini hızlandırmaktadır. Son yıllarda Türkiye dahil olmak üzere Avrupa, Asya ve Amerika kıtalarında büyük seller yaşanmıştır. Bu seller sadece can kayıplarına değil, aynı zamanda büyük ekonomik kayıplara da yol açmıştır. Altyapı hasarları, iş yerlerinin kapanması, tarım arazilerinin zarar görmesi gibi etkiler, afet sonrası toparlanmayı uzun ve maliyetli bir sürece dönüştürmektedir. Sigorta sektörü açısından sel riskinin giderek büyüdüğü açıktır. Ancak, birçok yüksek riskli bölgede sigortalılık oranları halen düşüktür. Sel teminatlarının kapsamının genişletilmesi, erken uyarı ve risk azaltma mekanizmalarının sigorta poliçeleriyle entegre edilmesi büyük önem taşımaktadır. Böylece, sadece hasar ödemek değil, olası zararı en aza indirmek de öncelikli bir gündem maddesi haline gelmektedir.
Munich Re'nin son analizlerine göre, seller her yıl dünya genelinde milyarlarca dolarlık varlığı yok etmektedir. Yalnızca son 5 yılda, küresel sel kaynaklı ekonomik kayıplar (enflasyona göre düzeltilmiş) 325 milyar dolara ulaşmıştır, ancak bu kayıpların sadece 70 milyar dolarlık kısmı sigorta kapsamındadır. Dünya tarihindeki en maliyetli sel felaketi, Temmuz 2021'de Orta Avrupa'da meydana gelmiştir. Almanya'nın batısındaki Ahr Vadisi ve komşu ülkelerde yaşanan yıkıcı ani su baskınları, toplamda 59 milyar dolarlık (enflasyona göre düzeltilmiş) ekonomik kayba yol açmıştır. Bu olay, aynı zamanda Avrupa'da onlarca yıl içinde gerçekleşen en maliyetli doğal afet olmuştur. Munich Re analizine göre, bu boyuttaki hasara rağmen, sel olaylarında sıkça görüldüğü gibi sigortalı kayıp oranı düşüktür; bu olayda da sigortalı kayıp sadece 15 milyar dolardır.
Uzun vadeli perspektiften bakıldığında, Munich Re'ye göre dünya genelinde sellerden daha fazla ekonomik kayba yalnızca fırtınalar neden olmaktadır. Ancak, bu büyük kayıpların önemli bir kısmı, sadece düşük gelirli ülkelerde değil, gelişmiş ekonomilerde bile sigorta korumasından yoksundur. Gelişmiş ülkelerde bile sigortalı sel kayıplarının düşük kalmasının nedenlerinden biri, birçok bölgede sunulan sigorta teminatlarının sınırlı olmasıdır. Ancak talep eksikliği de önemli bir faktördür ve bu durum sel riski taşıyan bölgeler için de geçerlidir.
Munich Re, birçok ülkede sel teminatının konut sigortası poliçelerine otomatik olarak dahil edilmediğini, ayrıca satın alınması gereken bir ek teminat olarak sunulduğunu belirtmektedir.
Ayrıca, sel kaynaklı kayıpların önemli bir bölümü genellikle sigortalanmamış olan kamu altyapısını (yollar, demiryolları, setler ve köprüler gibi) kapsamaktadır. Bu durum, Avrupa'da bile sel kaynaklı kayıpların yarısından fazlasının sigorta kapsamında olmamasını açıklamaktadır. Örneğin, İspanya'nın Valensiya bölgesi, Ekim 2024 sonunda aşırı ani su baskınlarıyla karşı karşıya kalmıştır. Bazı bölgelerde sadece bir günde 500 mm yağış kaydedilmiştir ki bu, normalde bir yıl boyunca düşen yağış miktarına eşittir. Bu olayda oluşan toplam ekonomik kayıp yaklaşık 14 milyar dolar olarak hesaplanmış, bunun 5 milyar dolarlık kısmı sigorta teminatı altında olmuştur.
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ SEL RİSKİNİ ARTIRIYOR MU?
Munich Re analizine göre iklim değişikliği, dünyanın birçok bölgesinde aşırı yağış olasılığını artırmaktadır. Daha sıcak hava daha fazla nem tutabildiğinden, bu durum şiddetli yağış potansiyelini de beraberinde getirmektedir. Yapılan araştırmalar, iklim değişikliği nedeniyle birçok bölgede aşırı yağış olaylarının hem daha olası hale geldiğini hem de şiddetinin arttığını ortaya koymaktadır.
Şiddetli yağışların daha sık yaşanması, büyük nehirlerden uzak kentlerde ve yerleşim alanlarında ani su baskınlarını giderek daha önemli bir sorun haline getirmektedir. Buna karşın, birçok bölgede risk farkındalığı hala oldukça düşük seviyededir.
Munich Re'ye göre, finansal riskler yeterince ciddiye alınmadığı için, bireyler ve işletmeler genellikle yetersiz sigorta korumasıyla karşı karşıya kalmaktadır. Bu durumda, konut sahipleri ve işletmeler, mülk hasarları ile iş durması kaynaklı kayıpların mali yükünü kendileri üstlenmekte veya devletten afet yardımı beklemektedir.
Şiddetli Fırtınalar Riskleri Artırıyor
Geleneksel olarak doğal afet dendiğinde akla ilk gelen riskler; depremler, kasırgalar ve büyük yangınlar gibi olaylardır. Ancak son yıllarda sigorta sektörünün hasar istatistiklerine bakıldığında, en yüksek maliyet kalemlerinin giderek artan bir şekilde şiddetli gök gürültülü fırtınalar, dolu yağışları ve hortumlardan kaynaklandığı görülmektedir. Bu doğa olayları, genellikle kısa süreli, yerel ve öngörülmesi güç olmalarına rağmen, yüksek nüfus yoğunluğu, kentleşme ve iklim değişikliğinin etkileriyle birlikte büyük ekonomik kayıplara yol açabilmektedir. Özellikle 2023 yılı, başta Almanya, Fransa ve İtalya olmak üzere Avrupa genelinde yaşanan dolu fırtınalarıyla dikkat çekmiştir; yalnızca birkaç saat süren hava olayları milyarlarca avroluk sigortalı hasar bırakmıştır.
Türkiye'nin de dahil olduğu Akdeniz coğrafyasında, yaz aylarında artan sıcaklıklarla oluşan ani hortumlar, hem kıyı şeritlerinde hem de tarım bölgelerinde ciddi yıkımlara neden olmaktadır. Gök gürültülü fırtınalar, beraberinde getirdiği aşırı yağış, dolu, kuvvetli rüzgâr ve yıldırım düşmesi gibi etkilerle altyapıyı zayıflatırken, maddi kayıpların yanı sıra can güvenliği açısından da tehdit oluşturmaktadır.
Bu afet türleri, kamuoyunda halen yeterince ciddiye alınmasa da, özellikle gelişmiş sigorta penetrasyonuna sahip ülkelerde bile önemli bir hasar frekansı ve yoğunluğu yaratmaktadır. Sadece dolu yağışı, binlerce aracın ağır hasar görmesine, fırtına ise tarım alanlarının ve konutların kullanılamaz hale gelmesine neden olabilmektedir.
Munich Re'nin analizlerine göre şiddetli fırtınalar, beraberinde sıklıkla dolu, kuvvetli rüzgâr, hortum veya şiddetli yağış getirmektedir. Bu durum, ani su baskınlarına, toprak kaymalarına ve sel olaylarına yol açarak milyarlarca dolarlık zarara neden olabilmektedir. Bu nedenle, sigorta şirketlerinin bu riskleri detaylı bir şekilde analiz etmesi büyük önem taşımaktadır. Gelişmiş ülkelerde, özellikle dolu kaynaklı zararlar gibi fırtına bağlantılı birçok kayıp, sigorta teminatı kapsamında yer almaktadır.
İKİNCİL RİSKLERDEN BİRİNCİL KAYIPLARA
ABD sigorta sektörü açısından, kasırgalardan sonra en önemli şiddetli hava olayı riskinin, gök gürültülü fırtınalar olduğuna vurgu yapan Munich Re'ye göre, büyük bir şehrin merkezinde meydana gelen bir hortum ya da şiddetli dolu fırtınası, tekil olarak milyarlarca dolarlık hasara yol açabilmektedir. Son yıllarda bu tür olaylardan kaynaklanan toplam yıllık kayıplar, düzenli olarak on milyarlarca dolar seviyesinde gerçekleşmektedir.
Sadece 2024 yılında, ABD'de yaşanan gök gürültülü fırtınalar yaklaşık 57 milyar dolar tutarında ekonomik kayba neden olurken, bu kayıpların üçte ikisinden fazlası sigorta teminatı kapsamında karşılanmıştır. Bu da, yerel ölçekte sınırlı gibi görünen bu tür olayların, 2024'ün en maliyetli doğal afeti olan Helen Kasırgası ile benzer düzeyde toplam hasar üretebildiğini ortaya koymaktadır.
ABD'de coğrafi yapı, bu tür fırtınaların oluşumu açısından oldukça elverişlidir. Rocky Dağları'nın doğusunda, kuzeyden gelen soğuk hava dalgalarının güneye inmesini engelleyecek büyük bir dağ zinciri bulunmamaktadır. Bu nedenle, soğuk cepheler ile güneyden gelen sıcak ve nemli hava kütlelerinin çarpışması, çoğu zaman şiddetli gök gürültülü fırtınaların hatta hortum ve dolu eşliğinde ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Şiddetli fırtına kaynaklı kayıplar yalnızca ABD ile sınırlı değildir. Avrupa'da da bu kayıplar artış eğilimindedir. 2023 yılında Avrupa'da yaşanan şiddetli fırtınalardan kaynaklanan toplam kayıplar, enflasyona göre düzeltilmiş şekilde yaklaşık 16 milyar dolara ulaşırken, bu kayıpların 12 milyar dolarlık kısmı sigortalıdır. Özellikle Alp bölgesi ile Akdeniz havzası bu artışta belirleyici rol oynamıştır.
GÖK GÜRÜLTÜLÜ FIRTINALAR VE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ
Artan varlık değerleri ve yükselen onarım maliyetleri nedeniyle zaten büyümekte olan hasar potansiyelinin, şiddetli gök gürültülü fırtınaların daha sık yaşanmasıyla birlikte daha da ciddi boyutlara ulaşacağını belirten Munich Re araştırmaları, ABD genelinde dolu ve hortum gibi aşırı hava olaylarının yaşandığı gün sayısında genel bir artış beklenmediğini, ancak birden fazla fırtınadan oluşan yoğun hortum dizilerinin sayısında artış eğilimi olduğunu göstermektedir. Bu da, toplam hasar riskinin arttığına işaret etmektedir.
İklim modeli temelli çalışmalara göre, bu değişimin en önemli itici gücü, atmosferdeki artan nem oranıdır. Nem artışı ise daha yüksek deniz suyu sıcaklıkları ve artan buharlaşmadan kaynaklanmaktadır, bu da iklim değişikliğinin doğrudan bir sonucudur.
ABD'de iklim değişikliğinin daha sık veya daha büyük dolu fırtınalarına yol açıp açmayacağı henüz bilimsel tartışma konusudur. Ancak genel kabul gören görüş, bir fırtına ne kadar şiddetliyse, büyük çaplı dolu tanelerinin görülme olasılığının da o kadar yüksek olduğudur.
Öte yandan, atmosferdeki donma seviyesi yükselmeye devam etmekte, bu da dolu tanelerinin erimesini kolaylaştırarak çaplarının küçülmesine neden olabilmektedir. Avrupa'nın bazı bölgelerinde de şiddetli gök gürültülü fırtınaların yoğunluğu son yıllarda belirgin şekilde artmıştır. Bu artışın başlıca bileşeni ise, sigortalı hasarlarda öne çıkan dolu fırtınalarıdır.
Munich Re tarafından desteklenen bir araştırmaya göre, son yıllarda Avrupa'nın birçok bölgesinde şiddetli dolu fırtınalarının yaşanma olasılığı önemli ölçüde artmıştır ve bu eğilimin önümüzdeki yıllarda da yükselerek devam etmesi beklenmektedir.
İklim Değişikliği Orman Yangını Riskini Artırıyor
Munich Re araştırmasına göre, her yıl orman yangınlarının, özellikle ABD başta olmak üzere birçok ülkede milyarlarca dolarlık ekonomik kayıplara yol açtığı belirtilmektedir. Ocak 2025'te, bugüne kadar kaydedilen en yıkıcı yangınların, Los Angeles bölgesinde bulunan 10 milyarlarca dolar değerindeki sigortalı varlığın zarar görmesine neden olduğu vurgulanmaktadır.
Bu denli yüksek kayıpların arkasında yatan temel nedenlerden biri, yangına açık bölgelerdeki yapı yoğunluğunun giderek artmasıdır. Ancak iklim değişikliği de yangın riskini önemli ölçüde artırmaktadır: yükselen sıcaklıklar ve daha sık yaşanan kuraklık dönemleri, dünyanın birçok bölgesinde orman yangını riskini ciddi ölçüde yükseltmektedir.
ÖNGÖRÜLMESİ ZOR BİR TEHLİKE
Orman ve çalılık yangınlarının, hem doğal koşulların hem de insan faaliyetlerinin etkileşimiyle ortaya çıkan, ölçümlenmesi ve öngörülmesi zor bir tehlike haline geldiği ifade eden Munich Re, her ne kadar yangın riski taşıyan bölgelerin coğrafi olarak belirlenebilse de, beklenmedik lokasyonlarda çıkan yangınların da ciddi ekonomik kayıplara yol açabileceğine dikkat çekmektedir.
Orman yangınları genellikle; uzun süren kuraklık dönemleri, yüksek hava sıcaklıkları ve kurumuş bitki örtüsü nedeniyle başlamaktadır. Bu tür koşullarda, bitkisel materyalin kolayca tutuşması mümkündür. Eğer bu ortamda şiddetli rüzgarlar da etkiliyse, yangının kontrol dışına çıkması ve hızla yayılması kaçınılmaz hale gelmektedir.
Yangın tehlikesi, özellikle yılın belirli dönemlerinde yeterli yağış alarak bitki örtüsünün büyümesine olanak sağlayan, ancak devamında uzun süreli sıcak ve kurak dönemlerle bu örtüyü tamamen kurutan iklim kuşaklarında daha yüksektir. Bu iklim tipine örnek olarak Güneydoğu Avustralya ya da Kaliforniya gösterilebilir.
Munich Re'ye göre, Ocak 2025'te Los Angeles'ta yaşanan büyük yangın felaketi, bu etkenlerin tamamını barındıran çarpıcı bir örnektir. Özellikle Pasifik Palisades ve Altadena bölgelerinde ciddi yıkım yaşanmıştır. 2024'ün ilkbaharında yaşanan yağışlı dönem, bölgedeki bitki örtüsünün büyümesini teşvik etmiş, ancak yılın geri kalanında bu örtü tamamen kurumuştu. Mevsimsel olarak bu dönemde etkili olan Santa Ana rüzgarları (dağlardan denize doğru esen, kuru ve sıcak rüzgarlar), yangınların şehir içinde evden eve sıçrayarak yayılmasına neden olmuştur.
ORMAN YANGINLARINDA HASARLAR ARTIYOR
Munich Re analizine göre, orman yangınlarından en fazla etkilenen bölgeler, başta ABD'nin batı eyaletleri ile Güneydoğu Avustralya olmak üzere, küresel ölçekte giderek daha fazla risk altına girmektedir. İklimsel koşulların yanı sıra, yangın kaynaklı ekonomik kayıplardaki bu artışta kentleşmenin ormanlık alanlara doğru yayılması da belirleyici bir rol oynamaktadır. Giderek daha fazla sayıda konut, şehir çeperleri ile ormanlık alanlar arasındaki geçiş bölgelerinde inşa edilmekte ve bu durum yangınların yerleşim alanlarına ulaşma riskini ciddi biçimde artırmaktadır. Kaliforniya özelinde, iklim değişikliği, yüksek hasarlı orman yangını riskinin artmasında başlıca etkenlerden biri haline gelmiştir. Benzer şekilde, Akdeniz havzası ile Avustralya'nın belirli bölgelerinde de orman yangını için uygun iklim koşulları artık daha sık görülmektedir. Avrupa'da da son yıllarda yaşanan aşırı sıcak hava dalgaları ve uzun süreli kuraklıklar, yangınların şiddetini ve sıklığını artıran başlıca tetikleyiciler arasındadır. Ancak, Avrupa'daki orman yangınlarının yıkıcılığı, ABD'deki büyük çaplı yangınlarla kıyaslandığında çok daha düşük seviyelerde kalmaktadır. Öte yandan, yerleşim yerlerine yakın bölgelerde çıkan yangınların büyük çoğunluğu insan kaynaklıdır. Yıldırım gibi doğal nedenlerle başlayan yangınlar ise istatistiksel olarak oldukça düşük bir paya sahiptir.
Depreme Karşı Sigorta Bilinci Artırılmalı
Depremlerin, doğa kaynaklı afetler arasında en ölümcül olanı olduğu ve çoğu zaman ağır fiziksel ve ekonomik yıkımlara yol açtığı belirtilen araştırmada, bu felaketlerin öngörülemez olduğuna ve uyarıların yalnızca saniyeler önce gelebileceğine dikkat çekilmektedir. Bu nedenle, önleyici stratejilerin odağında, insan hayatını en üst düzeyde koruyacak olan deprem dirençli yapıların ve altyapının yer almasının büyük önem taşıdığı ifade edilmektedir.
1980'den bu yana, dünyada doğal afet kaynaklı can kayıplarının yaklaşık yarısının depremler nedeniyle meydana geldiği vurgulanan Munich Re araştırmasına göre, bu ölümlerin bir kısmı doğrudan şiddetli sarsıntılarla, bir kısmı ise deprem sonrası oluşan tsunamilerle yaşanmaktadır.
2011 Tōhoku Depremi'nin (Japonya açıklarında meydana gelen, 9.0 büyüklüğündeki sarsıntı), tüm zamanların en maliyetli depremi olmaya devam ettiğine dikkat çeken Munich Re, toplam ekonomik kaybın 135 milyar dolar (enflasyona göre düzeltilmiş) olduğunu kaydetmektedir. Deprem sonrası oluşan tsunami, çok sayıda sahil kasabasını yerle bir etmiş, aynı zamanda Fukuşima Nükleer Felaketi'ni tetiklemiştir.
KAHRAMANMARAŞ DEPREMİ EN YIKICI AFETLERDEN BİRİ
Munich Re araştırmasına göre Şubat 2023'te, Türkiye-Suriye sınır hattında meydana gelen Kahramanmaraş Depremi, son yılların en yıkıcı sismik olayları arasında yer almaktadır. Doğu Anadolu Fay Hattı üzerinde gerçekleşen bu sarsıntılar, Almanya'nın yarısı büyüklüğündeki bir alanda büyük yıkıma neden olmuştur. ABD Jeoloji Araştırmaları Kurumu (USGS) verilerine göre: en büyük sarsıntılar 7,8 ve 7,5 büyüklüğündeydi ve 60 binden fazla insan hayatını kaybetti. Bu afet, hem insani kayıpların büyüklüğü hem de fiziksel ve ekonomik yıkımın çapı açısından, sigorta sektörü ve afet yönetimi açısından küresel ölçekte kritik bir dönüm noktası olarak değerlendirilmektedir.
HASAR ÖNLEMEDE EN TEMEL UNSUR: YAPISAL DAYANIKLILIK
Depremlere karşı hasar önlemenin en etkili yolunun, binaların ve altyapının sağlam ve dayanıklı şekilde inşa edilmesi olduğunu belirten Munich Re'ye göre, bu tür yapıların, büyük depremlerin yarattığı devasa kuvvetlere karşı dirençli olması beklenir. Genellikle bu gereklilikler, ulusal yapı yönetmelikleriyle düzenlenir; ancak bu yönetmelikler çoğunlukla sadece yeni inşaatlar için geçerlidir. Söz konusu düzenlemelerin temel hedefi, can güvenliğini korumaktır. Bu kapsamda yapıların yıkılmasını engellemek öncelik taşırken, belli bir düzeyde mal kaybının yaşanabileceği kabul edilir.
Ancak Amerika Birleşik Devletleri, Japonya ve Yeni Zelanda gibi ülkelerde uygulanan yeni nesil yapı yönetmelikleri, yalnızca can güvenliğini değil, aynı zamanda mal varlığı kayıplarını da minimize etmeyi hedeflemektedir. Bununla birlikte, planlama aşamasında riskli bölgelerden uzak durulması gibi önleyici tedbirlerin çoğu zaman yeterince dikkate alınmadığı da görülmektedir. Oysa bu tür mekânsal planlama önlemleri, potansiyel kayıpların azaltılmasında son derece kritik bir rol oynamaktadır.
SEKTÖR DEPREM RİSKLERİNİ DOĞRU DEĞERLENDİRMELİ
Munich Re araştırmalarına göre, yüksek nüfus ve varlık yoğunluğuna sahip birçok bölge, aynı zamanda yüksek sismik aktiviteye sahip tehlikeli alanlar içinde yer almaktadır. Sigorta sektörü açısından bu durum, potansiyel hasar birikimi anlamında ciddi bir zorluk oluşturmaktadır. Bu nedenle deprem risklerinin son derece hassas ve doğru bir şekilde analiz edilmesi, risklerin etkin yönetimi açısından büyük önem taşımaktadır. Sadece bu doğrultuda yapılan değerlendirmelerle, doğru prim hesaplaması yapılabilir ve risk transferi sürdürülebilir hale gelir. Sigorta şirketleri, örneğin yapısal güçlendirme şartı koyarak ya da arazi kullanımına yönelik kısıtlamalar talep ederek, hasarın azaltılmasına da doğrudan katkı sağlayabilirler.
DEPREM SİGORTASI GENELLİKLE EK TEMİNAT OLARAK SUNULUYOR
Deprem teminatı çoğunlukla, klasik yangın sigortasına ek bir teminat olarak ya da genişletilmiş teminatlı poliçelerin bir bileşeni şeklinde sunulduğunu belirten araştırmaya göre, büyük tutardaki muafiyetler, toplam hasar birikimini sınırlamak amacıyla uygulanıyor ve bu riskin sigortalanmasının temel ön koşulu olarak yer alıyor.
Ancak dünya genelinde, fırtına riskine karşı sigorta yaygınlığıyla kıyaslandığında, deprem sigortasının sigortalılık oranı oldukça düşüktür. Bu durum, sel teminatı için de geçerlidir.
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE DEPREM SİGORTASI KRİTİK ÖNEME SAHİP
Munich Re'ye göre, özellikle düşük gelirli ülkelerde, deprem sonrası kişisel mali yüklerin azaltılması ve yeniden inşa süreçlerinin hızlandırılması açısından, sigortalılık oranlarının artırılması hayati önem taşımaktadır. Bu konuda örnek teşkil eden modellerden biri, Türkiye'de kurulan Zorunlu Deprem Sigortası Sistemi (DASK)'dir. 2023 yılında meydana gelen büyük depremin ardından, DASK kapsamında sunulan Zorunlu Deprem Sigortası, binalarda meydana gelen hasarların önemli bir kısmını karşılamayı hedeflemektedir. Sistem kurulduğundan bu yana, Türkiye genelinde konutlarda deprem sigortalılık oranı %50'nin üzerine çıkmıştır. Ancak bu oran halen ideal seviyeden uzaktır. Sigorta havuzlarının temel amacı, uygun düzenlemelerle sigortalılık oranlarını daha da artırmak olmalıdır. Aynı zamanda sigorta sektörü, sahip olduğu teknik bilgi birikimiyle, hasar önleyici önlemlerin hayata geçirilmesi ve denetlenmesi konusunda da önemli katkılar sunabilir.
Yorumlar
Yorum Gönder